onur ilter

Tahliye Hortumu

03/05/2018

- Anne senin baban kim? diyorum anneme.

 

Annem fişlerin arasından bana bakıyor, cüzdanının köşesinden kredi kartını görüyorum.

 

- Şu viza kartımı versene, diyor annem babama.

 

Bana versin istiyorum, üzerinde parlak bir etiket var, sarıdan yeşile, maviden kırmızıya renk değiştiriyor; aklım gidiyor her seferinde. Bana ver baba, diyorum; dur şimdi, diyor babam. Banyoya gidip taşa oturuyorum, çamaşır makinesini izliyorum. Döndükçe dönüyor, o döndükçe ben sayıyorum. Babamın gömleği annemin geceliğine dolanıyor, pijamam çoraplarımın üzerinde taklalar atıyor, ablamın şortu kardeşimin fanilasına yapışıyor sonra hepsi dünya durmuş gibi durup üst üste yığılıveriyor. Sanki hiç dönmemişler gibi öylece duruyor hepsi. Sonra dünya yeniden dönmeye başlıyor. Ananemin sabahlığı gelip gece gibi çöküyor hepsinin üstüne. Boynum kaşınıyor, sonra da gözüm sanki. Boynumu kaşıyorum, saçımın köşesi sanki tel tel olup havaya kalkıyor; saçımı düzeltiyorum, gözümü kaşıyorum, boynum pul pul olup omzuma dökülüyor gibi, başımı yana çeviriyorum, gözlerimi iri iri açarak. Banyonun yer taşlarını sayıyorum sonra duvardaki fayansları. İçeri geri gidiyorum, her yer fiş.

 

Cemal dedemin siyah bir tarağı var, sıkıldıkça saçını tarıyor, o tarak benim olsun istiyorum, tarağın arka ucundan uzun ince bir demir çıkıyor, o demir de benim olsun istiyorum. Cemal dedem saçımı tarıyor sonra bir avuç kişniş veriyor üzeri beyaz-pembe şeker kaplı. Cemal dedemi çok seviyorum.

 

Sonra birden teneffüs zili çalıyor, yine herkes dışarı çıkıyor, ben sıramda oturuyorum. Beslenme çantamın altı açılmış da her şey yere dökülmüş gibi, çok fena Pazartesi yine. Defterimin en son sayfasına Miki Maus çiziyorum. Kulaklarını boyuyorum, kurşun kalem gümüş gibi parlıyor sayfada, parladıkça daha çok boyuyorum, boyadıkça sayfa içine içine gömülüyor. Parmağımla dokunuyorum, parmağım hep kara kara, pantolonuma siliyorum, geçmiyor. Geçmeyince çok sinirleniyorum, sinirlenince burnum kanıyor yine. Cemalettin, diye bağırıyor birisi en arka sıradan, sonra gülüyorlar. Adımdan nefret ediyorum. Miki Maus’un kulaklarından kan getirene kadar bastırıyorum, cebimdeki kişniş şekeri eriyip önlüğe yapışmış, ellerim yapış yapış, saçım tel tel havaya kalkıyor sanki, başımı yana çeviriyorum, göz kapaklarımın altı kaşınıyor, kapıyorum açıyorum, göz kapaklarımın uçları kaşınıyor yine, kapıyorum açıyorum, çenemin altına kramp giriyor, çenem çok acıyor. Neden sonra her yer yasemin kokuyor bir anda.

 

- Gel, diyor ananem.

 

Ananemin salonunda 8 büyük saksı var. Bir saksıda yerlere dökülen dev yapraklı bir bitki var, ananem onu çok seviyor, ona hep Yavuz diyor. Yavuz’un doksan dokuz yaprağı var. Ananem süt ısıtmaya giriyor mutfağa, koşup duvardaki beyaz işlemeli turuncu düğmeye basıyorum, avizenin ışıkları yanıyor. Basıyorum, avize sönüyor, basıyorum, avize yanıyor. Asfalyaları attırırsın, diyor ananem; yatak odasına koşuyorum. Yatak odasında iri bir yatak, karşısında dev gömme bir dolap, dolabın içinde bir düğme kutusu.

- Anane düğmelere bakalım mı, diyorum. Hayhay, diyor.

 

Ananem gelene kadar antrede koşuyorum, önce ileri sonra geri, önce hızlı sonra yavaş. Sarı telefon rehberini alıyorum, ananem sütümü getiriyor. Ananem gömme dolaptan düğme kutusunu çıkarmaya gidiyor, ben rehberi okuyorum. Rehberin ilk iki sayfasını ezbere biliyorum. Teneke düğme kutusunun içinde beş yüz kırk sekiz düğme var, en güzelleri cam gibi olanları, onları gözüne tutunca her şey birden bir sürü oluyor, bir sürü ananem oluyor, bir sürü süt, bir sürü rehber, bir sürü yaprak her yer. Kutunun içinde tükenmez bir kalem var, üzerinde bir kadın, kadının üzerine siyah bir elbise. Kalemi çevirince kadının üzerindeki elbise yok oluyor, çıplak kadın kalemini nerden buldun diye soruyorum ananeme, Almanya’dan geldi diyor.

 

- Almanya nere anane, diyorum. Bak bu Yozefa, diyor ananem.

 

Yozefa’nın kahkülleri var, saçları çok güzel ama ne renk bilemiyorum, kimsenin öyle saçları yok. Yozefa nerde diye soruyorum ananeme, gelince görürsün diyor. Sarı rehberde adını arıyorum, ama kimsenin adı Yozefa değil, rehberde kendi telefon numaramızı arıyorum, sonra ananemin telefon numarasını, sonra Ömer amcanın telefon numarasını, sonra Cemal amcanın telefon numarasını, sonra Sema teyzenin numarasını, sonra Emine teyzeye bakıyorum ama onların numarası Suat amcanın yanında yazıyor. Herkesin telefon numarasını ezbere biliyorum. Yozefa Zekiye’nin kızı mı, diyorum ananeme. Ha-hayt, diye gülüyor. Olur mu ya hiç, diyor. Zekiye’nin saçları da çok güzeldi, diyorum. Azıcık eyç-bi-bi aç diyor ananem, açıyorum, aslanlar var yine, hayvanlar alemini izlerken uyuya kalıyorum.

 

Ablam kusarken uyanıyorum sonra, arabadayız. O kusunca ben de kusacak gibi oluyorum, ama ben nedense kusamıyorum, kardeşim kusuyor. Onlar kustukça ben kusamıyorum sanki, vosvos’un benzin kokusu denizin yumurta kokusuna karışıyor, sahil trafiği yine kapalı.

 

- Poşeti düz tut kızım, diyor annem. Gökyüzü kurşun gibi karanlık.

 

Yağmur yağarken camları açamıyoruz. Camın üzeri damlalarla kaplı, soldan sağa, yukarıdan aşağı. Ben saydıkça damlalar birbirine karışıyor, büyük damlalar yorulmuş gibi aşağı süzülüyor. Cama başımı dayıyorum, burnumun önünde buhar yapıyor cam, buharın arkasından dalgaları izliyorum. Siyah beyaz taşlarla kaplı kordon, annemle babam maaş bordrosundan söz ediyor. Bor-dro, diyorum içimden, sonra Bord-ro, sonra Bo-rdro- sonra Bor-ı-dı-ro, sonra Bor-dro, sonra Bord-ro, Bo-rdro, Bor-ı-dı-ro. Trafik ilerler gibi oluyor, sonra duruyor, sonra sanki hareket ediyoruz, yeniden durana kadar. Öndeki arabaların plakalarını ezbere biliyorum.

 

Eve varınca ellerimi yıkıyorum. Sonra sofraya oturuyoruz, beyaz tabakların üzerinde yeşil işlemeler var, işlemelerin içinde yapraklar, yapraklardan birisi sinirli bir balık gibi bir dalı ısırmış. Ne zaman tabağa baksam o balık bana bakıyor, sanki boynumu dişlermiş gibi o dalı ısırıyor, ona baktıkça göz kapaklarımın altı kaşınıyor. Gözlerimi kırpıyorum ama geçmiyor, bir daha kırpıyorum, geçmeyince bir daha. Kırpma şu gözlerini habire, diyor annem. Tik yaptı iyice, diyor babam. Tik ne, diyorum. Ver tabağını makarna koyayım, diyor annem. Makarnayı çok seviyorum. Yemekten sonra annem fişleri getiriyor, masanın üzerine yayılıyor hepsi, fişlerin üzerinde sayılar. Fişleri ama hiç sevmiyorum.

 

Banyoya gidiyorum, taşın üzerine bağdaş kuruyorum. Babamın gömleği ananemin sabahlığına dolanıyor, kardeşimin atkısı ablamın mus çorabına. Miki Maus tişörtüm makinenin köşesine sıkışmış, babamın gömleği dönüyor, annemin eteği dönüyor, ablamın çorapları taklalar atıyor ama benim tişörtüm takılıp kalıyor sanki. Sonra hepsi teneffüs zili çalmış gibi dönmeyi bırakıp üst üste yığılıveriyor yine. Bekliyorum. Biraz daha bekliyorum; ama kazan dönmüyor nedense, cama vuruyorum, dönmüyor, makineyi itiyorum, gene de dönmüyor. Sonra bir tık sesi geliyor cama taş atmışlar gibi; kilit atıyor.

 

- Anne bitti, diye bağırıyorum. Geliyorum, diyor annem.

 

Cemal dedem şu ajansı aç, diyor. Babam ajansı açıyor. Annem çamaşır sepetini dolduruyor. Ben fişlerden bir tanesini alıyorum gizlice, sonra avcumda top yapıp yutuyorum.

 

 

 

 

 

Onur Ilter

© Berlin, 2019

This website is not using any cookies 🍪